Kabbala!nın Kökeni


Köken

Kabbala'nın kökeni İ.S. I. yüz yılda Filistin'de filizlenen "Merkava" (ya da Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit'te peygamber Ezekiel'in düşlediği "ilâhî taht" ya da "araba" (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede coşku içinde kendinden geçmektir.

VII. ve XII. yüz yıllar arasında uygulama alanı Filistin'den Babilonya'ya kayan ve yoğun biçimde Gnostik inançların etkisi altında kalan Merkava gizemciliğinde asıl amaç, Tanrı'nın tahtını ve göksel düzeni düşleyebilmektir. Gizemci Merkava yazımında, coşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu "yedi küre"yi ya da "yedi gök katını" aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, merkava'nın üzerinde bulunan ilâhî tahta ulaşmaktır.

"Tzenu'im" adı verilen Merkava uygulayıcıları, özel ahlâk niteliklerine sahip olan az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmaları gerekliydi. Bu seçkinlerin yapacağı başarılı bir düşsel yolculuk için her şeyden çok "mühür" olarak tanımlanan bazı büyülü sözlerin ve formüllerin kullanımı zorunluydu. Bu büyülü sözler, her bir gök katının kapısında bekçilik yapan melekleri yatıştırmak için gerekliydi. Hatalı bir "mühür" kullanımı, önemli yaralanmalara, hattâ korkunç ölümlere yol açabilirdi.

Talmud'a göre, Merkava uygulamasına kalkışan dört kişi arasından biri ölmüş, diğeri delirmiş, öteki dinden çıkmış ve yalnızca Rabbi Akiba ben Josephgerçek bir düşsel deneyime nail olmuştur. Merkava uygulayıcıları kimi zaman "Doğaüstü Dünyanın Gezginleri" olarak da adlandırılırlardı. Bu gizemci akımın en eski iki yazımsal kaynağı; Rabbi Akiba'ya ait olduğu sanılan "Küçük" ve Rabbi Ishmael benElisha'ya ait olduğu sanılan "Büyük" metinlerdir. Ayrıca, "Enoch'un Kitabı" ve Tanrı'nın oldukça abartılı antropomorfik (insan biçimli) betimlemelerini içeren "Shi'ur Qoma" (İlâhî Boyutlar) adındaki metinler de Merkava geleneğine aittirler

Bu Blogda Ara

1 Mart 2010 Pazartesi

Kabala ve Seçilmiş Kısa Makaleler

Seçilmiş Kısa Makaleler
KALBİN EMEĞİ
Dua kalbin emeğidir. Kalpten gelen arzuları ifade eder. Ancak insanın bu arzuların
üzerinde bir gücü yoktur. İnsan öyle bir şekilde yaratılmıştır ki insan tam olarak ne
aradığını ya da gerçek niyetinin ne olduğunu bilmez. Dolayısıyla dualarının önem teşkil
eden doğasını da anlayamamaktadır.
Buna karşılık, dua kitaplarında yazanlar aslında kişinin istemesi gerekenleri
öğrenmesini anlatan şeylerdir. Eğer kişi kendisi üzerinde çalışırsa ve arzu ve
düşüncelerini kontrol edip yönlendirme yolunda çalışırsa, dua kitaplarını yazan
insanların arzu ve talep seviyelerine yükselir. Dua kitapları maneviyatı edinmiş insanlar
tarafından binlerce yıl önce yazılmıştır.
Kişinin dua kitaplarını yazan kişiler ile arzularını uyumlu hale getirebilmesi için birkaç
hazırlık safhasından geçmesi gereklidir. Kişi kötülüğün doğasını ve nelere sebep
olduğunu anlaması gerekir, şöyle ki, insanın doğası gereği egoist bir eğilimi olduğudur.
Kişi egoizminin (benliğinin) kötülüğün kaynağı olduğunu anlamalıdır. Hatta dahası,
bunların hepsinin ruhun en derin noktasında edinilmesi ve fark edilmesi gerekmektedir.
RUHLARIN EVRİMİ
Her şey kıyaslamalarla edinilir. Yaratan’ın niteliklerini kendi niteliklerimizle
kıyasladığımız zaman O’nun yüceliğini kendimizin de alçaklığının farkına varırız.
Dolayısıyla kişinin O’nun mükemmelliğini ve her şeye hakim olduğunun farkına varması
gerekir. İnanç Yaratan’ı ve O’nun varlığını hissetmek demektir.
Tüm ruhlar aşağıdaki safhalardan geçerler:
1. Bizim dünyamıza gelmeden önceki basamaklardan inerek bizim dünyamızın
seviyesine gelmek.
2. İçlerinde eksiklik hissi verilen bir dönem ve buna bencillik adı verilir. Ruhlar bunu
fiziksel reenkarnasyon olarak hissederler.
3. Ruhların kendilerini ve tüm manevi evreni mutlak tamamlanmadan sonra
hissettikleri safha.
Ruhların ilk inmeye başlamalarından önce ki safhaya “Olam Eyn Sof”, sonu olmayan
dünya olan yer ve orada ruhlar Yaratan’ın tüm ışığını sınırsız olarak alırlar. Sonradan
ruh bencillik ile giydirilir ve “olam ha zeh” denilen bu dünyaya iner ve manevi dünya ile
bağı kopar. Artık Yaratan’ı hissetmemektedir ve daha önceki halini de
algılamamaktadır.
"Bu dünya" tabiri şu anın algılanması anlamındadır, yani bizler duyu organlarımızla
Yaratan’ın yarattığının bir parçasını algılıyoruz. Bu duyular bencillikle giydirilmişlerdir.
Bir sonraki safha duyu organlarını kontrol altına getirmekle edinilir. Bu üst seviye daha
geniş bir realitenin algılanmasına sebep olur. Bu safha “bir sonraki dünyayı” dünyevi
hislerimizin üzerinde hissettiğimiz realiteyi, hissetmeden önce algılanır, yani şu an
içinde yaşayıp “gerçek” olarak tanımladığımız dünyanın tersi.
Her iki koşulda da iki dünyada fiziksel bedenimizde hissedilmektedir. Çevremizi ve
kendimizi algıladığımız zaman “bu dünyayı” algılamaktayız. Ancak, biz içinde
bulunduğumuz andan gelecekteki anı hesaplamaya başlar ve gelecekte hissedeceğimizi
tasarlarız ve kişinin bu şekilde kendisini gelecekteki ana yansıtmasına “sonraki dünya”
denir. Bu süreç kendisini sürekli “bir sonraki gün” yeniler yani “sonraki dünya” “bu
dünya” olduğu zaman ve bu şekilde devam eder.
Baal HaSulam’ın yazılarını yakından incelersek her an ne koşullardan geçtiğimizi daha
iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
İnsanın manevi davranışları ile ilgili olarak, yükseliş sadece “orta çizgide” olabilir. Orta
çizgide ilerlemek Tora – Yaratan ve manevi yoldaki kişi tek olur koşulunu oluşturur.
DÜNYAYA NASIL GELİYORUZ
Yaratan Kendisinden küçük bir parçayı (söz gelişi) alır diyelim ve bunu bencilliğin
içerisine yerleştirir. Bu evrensel “bencillik” daha sonra daha küçük bencil parçalara
ayrılır. Sonrada, bu parçalar aşamalı olarak tekrar kaynaşır ve bu kaynaşma Üst
Dünyaların, Atzilut, Briya, Yetsira, Assiya oluşmasını sağlar. En “arı olan parçalar” en
üst seviyedeki manevi dünyaların yaratılması için kullanılır. Arkasından daha bencil
arzular gelir, yaratılışın merkez noktası, Eyn Sof dünyasının Malkut’u Adem’in ruhunun
oluşturulmasını sağlar, ilk insan. Adem’in günahından sonra, tekrar Kutsal olan o
parça, bencilliğin kıskacında bölünerek daha küçük parçalara ayrılır, bunlar ruhu
oluşturur.
Yeni Kabala çalışmaya başlayan birisi dünyaların nasıl idare edildiğini algılayamaz.
Davranışlarımızın kendimi seçimimize mi yoksa Yaratan’a mı bağlı olduğunu
sorgularlar. Kişi herhangi bir girişimde bulunmadan önce yaptıklarının belli bir sonuca
ulaşacağına ikna olmalıdır. Ancak başardıktan sonra, “paradoksal olarak”, her şeyin
sadece Yaratan’a bağlı olduğunu anlamalıdır. Eğer böyle düşünürsek, doğru bir şekilde
ilerleriz.
Bazı şeyler vardır, sadece hissedilebilir ve açıklanamaz. Maddenin içerisinde
ruhaniyetin tekrar canlanmasını kelimelerle anlatmak zordur. Modern bilim kendisini
doğrulayabilir, ancak bir dünyanın başka bir dünyanın şeklini alabileceği nasıl
anlatılabilir? Kabalistik açıklamalar sadece Adem’in ruhunun parçalara ayrılmasına
kadar anlatmaktadır. Bu Kabalistlerin daha fazla bilgi vermek istemediklerinden değil,
ama yazılanlar insanın hisleri olduğu için anlatılamamaktadır.
Bencillik o kadar güçlü bir ruhani etkidir ki bundan kendimizi kurtarmak aklımızın
ucundan bile geçmez. Kendimizi tanıyabilmemiz için kendimize dışarıdan bakmamız
lazım, kendimizin dışında bir şeyler hissetmemiz gerekir, kendimizi dışımızda olan bir
şeyle kıyaslamamız gerekir.
Etrafımızdaki cisimlerin algılanabilmesinin nedeni, cisimlerinde aynı bencillikten
oluşmuş olmalarındandır. Yoksa görünmez olurlardı. Bencillik birçok form alır. En sınırlı
formu sadece kendisini hissedebildiği koşuldur. Bu bizim dünyamızdaki insanın
algıladıklarıdır. O kadar benciliz ki sadece kendimizi algılayabiliyoruz.
Biraz ”büyüdüğümüz” zaman, bencilliğimiz dünyamızın sınırlarının dışına taşar ve o
zaman Yaratan’ı algılamaya başlarız. Bencilliğimiz ruhani olur. Arzularımız artık fiziksel
veya dünyevi zevklerden değil ama Yaratan’ın yansımasından duyulan zevke döner.
İnsan sadece bilinçaltında ya da bilinçli arzularla hareket eder. Aklımız tüm arzularımızı
hissetmek ve yerine getirmek için verilmiştir. Dolayısıyla insan arzularının üzerine
çıkamaz. Arzuları ve duyguları tarafından motive edilir, önce hareketini yönlendirir ve
ancak seçimden sonra bilinç sahibi olur.
Nasıl insan gerçekleşen bir olayın bilinç sahibi olabilir? İnsanın davranışlarına karşılık
olarak Yaratan kendisini aşamalarla, Kendisinin yüceliğini insanın hareketlerinin
sonucunu algılayabilmesi için ifşa eder. Yaptıklarımızın sıralamasını hatırlamamız bile
Yaratan’a bağlıdır. O yaptıklarımızın anlamını bizlere karşılık vererek öğretir,
yaptıklarımızın iyi ya da kötülüğüne göre bize mutluluk veya ıstırap vererek.
Dolayısıyla eğitimimiz bir süreçtir ve her saniye daha fazla açıklık kazanır, ancak
kendimizi hiçbir şekilde ıslah etmemize olanak sağlamaz. Sadece bencilliğimizin farkına
varmamız ve onunla yüzleştiğimiz zaman ne kadar çaresiz kaldığımızın farkına
varmalıyız. Yaratan bu bilince dahil olmayan her şeye Kendi bakar. Kişi manevi yolda
ilerledikçe, gururunu giderek törpüler ve gerçek doğasını daha yakından tanır. Yaratan
Kendisini insana ifşa ettikçe, insan Yaratan’a kıyasla kendisinin ne olduğunu görür.
Bunun farkına vardığımız zaman, manevi yolda ilerlemeye başlarız. Bir insanın ıslahının
%99’unu başardığını düşünün. Geriye ıslah olmamış kalan %1 geçirdiği %99’luk
ıslahtan daha büyük gözükür. “Havva’da ki o küçük tahıl kabuğu” çok büyükmüş gibi
gözükür.
Manevi çalışmamız ve yaptıklarımız hem Yaratan’ın hem de kendimizin farkına
varmasını sağlar. İnsan önemsizliğinin boyutunun farkına varınca çaresiz kalır. Yaratan’ı
görmez ve tüm dünya kendisine karanlık gözükür. Bu karanlık safhadayken eğer tüm
olanların manevi kaynağının Yaratan’dan başkasının olmadığının farkında olursa ve
O’na talepte bulunabileceğini hatırlarsa, zira her şey Yaratan’a bağlıdır, kişi o zaman
Yaratan’la arasındaki ruhani bağı keşif eder. Çaresiz olmayı bırakır. Bu “sanki” olumsuz
koşulların kendisine Yukarı’dan geçici olarak geldiğini ve önüne geçilemez olduğunu
anlar.
Yaratan’la nasıl bağ kurduğumuz Yaratan için önemsizdir. En önemli şey insanın O’nun
var olduğunu anlamasıdır. Yaratan bize arzular gönderir ve bu şekilde reaksiyon
gösterebilir ve manen gelişebiliriz.
MANEVİ EMEK (TORA’DA Kİ ÇALIŞMA)
Yaratan insanın özlem duyduğu kaynaktır.
Tora (ışık ve öğrenim/talimat kelimelerinden oluşmuştur Tevrat anlamındadır) kişiyi şu
an dolduran ışıktır. İsrail ise insanın kendisidir (kendisini manevi olarak Yaratan’a
yönlendirmiş bir kişiye verilen isim İsrail’dir) yani kişinin Yaratan ile bütünleşme
arzusudur. Bu tümüyle üç bağımsız kavram nasıl bir olabilir?
Yaratılışın amacı insanı bu dünyada yaratıp bu fiziksel bedenin içerisindeyken Yaratan’a
tutunabilmesini sağlamaktır. İnsan yükselir ve manevi dünyalardan Yaratan’la
bütünleşmek için geçer. Daha doğrusu, manevi dünyalar insanın içine o kadar işler ki
kişi Yaratan’a bire bir benzer. Yaratan ile bütünleşmek denilen kavram budur. Kişi
Yaratan’ı sever ve O’nun yolunu izler. Bu seviyede, insanın tüm nitelikleri ve arzuları
Yaratan’ınki ile aynı olur. Maneviyat kişiye bu yola girip mükemmelliğe ulaşması ve
yaratılışın amacını yerine getirmesi için verilmiştir. Kişiye manevi metot ancak bu
dünyada bencilliğinin içerisine büründüğü zaman verilebilir. Melekler maneviyatı
edinemez zira tüm yaratılan varlıklar arasında sadece insan tümüyle bencillik
barındırmaktadır. Eğer insan manevi yolu seçerse, bencil beden ve arzularını öyle bir
şekilde tarafsızlaştırabilir ki Yaratan ile arasında engel olmaktan çıkarlar. İnsan ve
Yaratan bütünleşir. Bu koşul kişinin yaratılış öncesi koşula zıplamasıdır, bu dünyaya
gelmeden önceki haline, ruhun bencillikle “özürlü” hale gelmesinden önce. Dahası, kişi
bencilliğini ıslah ederek manevi merdivenin basamaklarından tırmanabilir ve Yaratan’ın
seviyesine ulaşabilir. Bazı yaratılanlar bencillikten mahrumdur ve dolayısıyla ilerlemek
için gerekli araçları yoktur ve ilk basamakta kalırlar.
İnsan hariç, tüm canlılar “manen hareketsiz, cansız” olarak tanımlanır. Melekler dahil
olmak üzere, ki melekler Yaratan’ın evreni yönetmek için kullandığı bağımsız “güçarzu”
değildir, sadece Yaratan’ın isteğini yerine getiren güçler olarak bilinirler. İnsan,
gelişmiş bencil arzularını değiştirerek Yaratan’a benzeyebilir.
Ruh insanın içerisine konulan Yaratan’ın bir parçasıdır. İnsan doğduğu zaman ruhu
bencillik kıyafeti ile giydirildiğinden ne Yaratan’ı ne de manevi herhangi bir şeyi
hissedebilir. Bencillik tüm duyu organlarını sarar ve bu koşul tümüyle manevi koşulun
tersidir. İnsan bencil kıyafetini, özgecil niteliklerle değiştirdiği zaman, yaratılışın özünü
öyle bir şekilde hissetmeye başlar ki kendisini Yaratan’dan hiçbir şey ayıramaz. Bu
noktada yukarıda bahsedilen üç nosyon birleşir. Bizim işimiz manevi çalışma ile ruh ile
Yaratan arasındaki tüm engelleri kaldırmaktır. Tüm gerçek manevi kitaplar Kabalistik
bir çalışma içerir zira en pratik olan çalışma budur çünkü bu çalışma sırasında kişi
üzerine manevi ışığı/nuru en yoğun şekilde çeker.
BENCİLLİK
Manevi “yer” de bir dünyadan başka dünyaya hareket vasıtasıyla geçmek diye bir şey
yoktur. Sadece içsel koşullar vardır, bu şekilde içimizdekileri algılayabiliriz. Algıladığımız
aslında Yaratan’dır ancak bu içimizdeki sisli, perdelerle temsil edilen bencilliğimizce
gizlenmiş koşulda belli değildir. Yaratan’ın algılanması, yaratılış ve mekan, içimizde
bastırılmıştır, aşama aşama bizler farkında olmadan ifşa olurlar. İçimizde arındırdığımız
bencillik manevi merdivenin basamaklarından ya da “dünyalarda” yükselmeyi temsil
eder. Dünyalar Yaratan’ın algılanmasının derecelerinden başka bir şey değildir.
Bencillik, bizleri algılarımızda sadece insanın içerisinde bulunan gerçek bilgiden
ayırandır. Yaratan için ise böyle değildir zira O’nun insanla olan ilişkisi mükemmellik ve
açıklık ile ifade edilir. Yaratan’ın eksikliği sadece insan tarafından hissedilir çünkü insan
dünyaları kendisinden gizlemektedir, sanki kişisel bencilliğinin peçesi arkasında
saklanıyormuş gibi.
Kişinin bencilliğini ortadan kaldırması birden olmaz. Başlangıçta, Yaratan insana
hayatımıza tekabül eden ve manevi olarak yücelmemize fırsat olan zamansal dönemler
verir. İnsan tüm bu sürecin hakimidir. Arka arkaya gelen her hayatında, insan bencil bir
katmanı kaldırarak Yaratan’a yaklaşmalıdır. İnsan kendisini ıslah etmediği sürece bu
yeni bir hayatı tekrarlar. Islah olmak demek arzuları olarak tanımlanan “bedeninin”
artık Yaratan’la arasında bir engel teşkil etmeyeceğidir. Bu olduğu zaman insan
kendisini hangi dünyada bulursa bulsun nitelikleri Yaratan ile bütünleşir.
Kişinin bencillik kılıfından ayrılmasına “dünyevi ölüm” denir ve bu tekrar dünyamızda
yeniden hayata gelmeye yol açar. Ruhun ıslah olan kısımları bütünleşir ve bir nevi
“tekrar dağıtım” gerçekleşir. Bunun nedeni aslında tüm ruhların tek bir varlık
olduğundandır ve tüm bencillikler tek mutlak bir bencilliktir. Yaratılan tek varlığın (ilk
ve tek ruh olan Adem) ıslah olabilmesine imkan sağlayabilmek için Adem’in ruhunun
parçalara ayrılması gerekiyordu. Bunların her biri bir kişidir ve bireyleri ıslah etmek
tüm bedeni ıslah etmekten daha kolaydır.
Bu neden ruhların ıslahları sürecinde dünyadan dünyaya gittiklerini açıklamaktadır.
Islah tamamlandıktan sonra, tüm ruhlar tekrar başlangıçtaki arzularıyla bir tek ruh
haline getirilecektir. İlk yaratılan bu ruh Yaratan’ın tüm ışığını sınırsızca alarak
mükemmelliği ifşa edecektir. Eninde sonunda, sadece sonu olmayan dünya vardır,
Yaratan ile mükemmellikle bütünle şilen dünya. O dünyanın dışında insanın hissettiği
tek şey mükemmelliğin yansımasının, sonu olmayan dünyanın kırıntıları.
Sonu olmayan dünyanın bir kısmına “Adam Hadmon” denir, sonraki kısma “Atzilut”,
sonrakine “Briya”, sonra “Yetzira” ve “Asiya”. Sonu olmayan dünyanın en küçük
noktasına tekabül eden yer ise bizim dünyamız. Başka bir deyişle, sonu olmayan
dünya daralıp bizim dünyamız haline gelmektedir. Algılarımız genişledikçe bu dünyaya
örneğin Briya vs. diyebiliriz. Her şey kişinin algısının derinliğine bağlıdır.
Çalıştığımız tek konu insan. İnsan ve hisleri dışında sadece sonu olmayan dünya vardır.
Sonu olmayan dünyanın Malkut’u bir dizi ıslahtan geçmek zorundadır. Hiçbir şey
gereksiz yaratılmamıştır.
Baal HaSulam ormandaki küçük bir böceğin bile tüm hayatını sadece yiyerek geçirdiği
ve var oluşunun nedeni bile bilinmemekte olmasına rağmen, bu hayvanın var oluşu
bile yaratılışın amacının yerine getirilmesi için son derece önemlidir.
Hiç bir şey Yaratan tarafından gereksizce yaratılmamıştır ve her olay amaca doğru
yaklaşılması için uyumla işlemektedir. Bizim açımızdan bakarsak, bu oluşum biz istesek
de istemesek de anlasak da ya da tümüyle sırtımızı da dönecek olsak gerçekleşmekte.
Her şey yaratılışın amacına doğru Yaratan’ın planı dâhilinde ilerlemektedir, O’nun
dünyadaki tüm yaratılanlara olan ifşası.
Sonu olmayan dünyanın Malkut’un da ki arzularının yoğunluğunda farklılıklar vardır. Bu
bizim dünyamızda doğanın parçalarına tekabül eder – cansız, bitkisel, hayvansal,
insan. Benzer bir şekilde insanoğlu da birçok çeşit insandan oluşmaktadır.
Peki, o zaman neden insanı yakından çalışıyoruz da, taşların manevi ıslah da neyi
temsil ettiklerini araştırmıyoruz? Onlarda dünyamıza yaratılışın amacına ulaşmak için
yerleştirilmediler mi?
İnsan ayrılmıştır. Doğanın ıslahı insana bağlıdır. Kendisi üzerinde çalışarak, insan
doğanın mutlak mükemmelliğine de ulaşmasını sağlar.
Ancak insan maneviyatı da herkesle eşit koşul altında almaz. İnsanların ruhani
ıslahlarının farklılıklarına göre yerine getirmesi gereken ıslah sayısı da farklıdır. Bu
yüzden manevi eğilimi olup bu yolda ilerleyen insanların yapması gereken ıslah daha
fazladır. Sıradan bir insan 7 emri yerine getirmek durumundadır, manevi eğilimiyle
manevi yolda ilerleyen bir kişi ise 613 ıslahtan geçmek durumundadır. Bu yüzden
manevi eğilimi olan bir insanın özel bir ayrıcalığı yoktur ve diğer insanlara nazaran
daha fazla ıslah geçirmesi gerekir.
SEVAPLAR VE MANEVİYAT
Bireyler doğalarına göre sevap işlemek durumundadırlar. Ancak, bu Yaratan’a
yaklaşma arzularına bağlı değildir; birçok inanan ya da inanmayan kendilerine genelde
Yaratan ile ilgili sorular sormazlar, yaratılışın amacı, ıslah olmak vb.
Bu insanlar basit anlamıyla Yukarı’dan kendilerini değiştirmek için bir arzu
almamışlardır ve mekanik olarak fiziksel hareketleri kendilerine öğretilen gelenekler
olarak yapmaktadırlar. İnsanları, ülkeleri, erkek ve kadını, çocuk ve yetişkini bu
mekanik olarak yapılan davranışlar ayırır.
Açıkçası, kendisini manen yükseltmek isteyen bir insan bu arzuyu Yaratan’dan alır.
Dolayısıyla henüz böyle bir arzuyu Yukarı’dan almamış bir insanla arasında fark olur.
Bu yüzden insanlar, görünüşlerine, cinsiyet ve ırklarına göre ayrılmamalıdırlar. Konu
maneviyat çalışıp çalışmamaları değildir. Maneviyatı çalışanlar sadece Yukarı’dan arzu
alıp çalışmak istediklerini ifade eden insanlardır. Kadınlar arasından da manevi edinimi
olan insanlar çıkmıştır.
Melekler manevi dünyalarda bir takım hareketleri gerçekleştiren robotlardır: bir yerden
bir yere hareket ettirirler, başka bir işleri yoktur. Manen yükselemezler ya da insanlar
gibi manevi basamaklardan tırmanamazlar. Melekler manevi basamaklarda hareket
gerçekleştiren güçlerdir.
İlhamın dereceleri kişinin kişisel çabasından gelir. Bizim dünyamızda sadece Yaratan,
yaratılan insan ve Yaratan’a giden yol olan manevi / içsel çalışma vardır. İnsanın
çevresi (toplum, aile, dostlar) Yaratan’la kişi arasında Yaratan’ın bizleri etkilemek için
kullandığı şeylerdir. İnsan bazen çok acı çektiği ve hayal kırıklıkları geçirdiği tahammül
edilemeyen ve zor koşullar altına konulur.
ARZULARIN AYRILIMLARI / KATAGORİLERİ
Ruhun 613 arzusu ikiye ayrılır. 248 tanesi olumlu arzular ve insan bunlar vasıtasıyla
“niyet” (lişma) edinebilir. Geriye kalan 365 arzusu olumsuz arzulardır ve kişi bu
arzularını niyet edinebilmek için kullanamaz. Bu iki arzu arasındaki farkın niyetle hiçbir
alakası yoktur. Her iki koşulda da niyet doğal olarak ve sadece “Yaratan’a yöneliktir.”
Fark arzunun sahip olduğu güçtedir: Eğer arzu zayıfsa yeterince yoğun bir zevk
uyandırmaz. Ancak, bu arzu Yaratan’la bir bağ oluşumunu hissetmek için yeterlidir. Bu
hazza sınır olmadan ihsan etmek / vermek denir. Yani Yaratan’a mutluluk vermek, zira
kişi ancak O’ndan alarak O’na mutluluk verebilir. Yalnız bu arzu yeterince güçlü
hissedilmediği için, gerçek anlamıyla Yaratan’a ihsan edemez. Bu arzu sadece
Yaratan’la form eşitliği sağlanan seviyede vardır.
İnsanın içerisindeki tüm arzular bencildir. Bu kişinin kendi kişisel zevki için alma
arzusudur. Sadece “yönü Yaratan’a çevrilmiş” bir niyet vasıtasıyla özgecil ve ihsansal
bir arzu haline gelebilir. Dolayısıyla fark sadece niyettedir.
Bu koşul manevi çalışmayı (içselliği) çok önemli kılar. Niyetimizi değiştirmemize
yardımcı olur. “Yaratan’a yönlendirilmiş bir niyete”, “perde” denir, çünkü kişinin “kendisi
için almasını” engeller ve niyetin “Yaratan’a yönelik olmasını sağlar.”
YAPTIKLARIMIZIN ARKASINDAKİ NİYET
Bazen konuları netlikle anlatamıyorum ve bu benim kusurum. Kişi önemi ruhani ve
içsel gelişime verince, bedensel hareketlerine verdiği dikkat geri planda kalır. Açıkçası
akla bile gelmez. Kişi bahsi geçen manevi kanunun niyetine odaklanır, fiziksel
hareketlerle uygulamalara değil. Dışarıdan bakan bir kişi fiziksel hareketlerin
yapılmadığını ve eksik olduğunu düşünebilir.
Şöyle yazar: “niyetsiz uygulanan bir emir ruhsuz bir beden gibidir.” Manevi çalışma
içerisinde olan bir kişiyle dinci (kelimelerle [dış davranışlarla] inanıyorum diyen)
arasındaki fark, manevi çalışma yapan bir kişinin fiziksel hareketlerin manevi anlamı
olan niyeti geliştirmek istemesidir. Bu yüzden içselliği çalışan ve ruhunu arındırmak
isteyen bir kişi fiziksel hareketleri göz önünde bulundurmaz. Dinlerin fiziksel
tarifelerinin uygulanmasına gözüken emirler denir ve bu tür tarifler dini kitaplarda ve
şeriat kanunlarında geçer. Fiziksel olarak yerine getirilen bu davranışlar insanlar
tarafından dünyevi haliyle anlaşıldığından bedenlerle yapılan hareketlerle yerine
getirilir.
Fiziksel olarak yapılan bu hareketler insanın ruhunu geliştirmez ve kişiyi değişime
getirip manen yükseltmez. Bu dini davranışlar kişi tarafından yıllarca hatta hayatı
boyunca uygulanabilir ve tekrarlanabilir ancak kişinin manen gelişip, bencil doğasının
üzerine çıkmasına hiç bit katkıda bulunmaz.
Normalde bir kurala uymak eğitimden kaynaklanır. Kişiye genelde bu şekilde davranıp
davranmak istemediği ya da bu davranışlarda bağımsız olup olmak istemediği
sorulmaz. Kişi beşikten eğitimine başlar ve bu eğitim vasıtasıyla davranışları doğası
haline gelir. Bu eğitimden aldığı doğası bir sonraki dünyanın vaatleriyle güç kazanır.
İnsanın doğası bencil olduğu için, bu koşulları kabul eder ve yerine getirir. Hatta
sıradan insanlardan daha iyi koşullar önüne konur.
MODERN ZAMANLAR (BİZİM DÖNEMİMİZ)
Bizim zamanımızda, dünyamıza manen olgun ruhlar geldiğinden, dini eğitim kişilerin
manen gelişmesinde fayda sağlamamaktadır. İnsan niyetini arzusuna eşleştirmek
zorundadır. Doğru manevi çalışma kişinin kendisi için olan bencil niyetini özgecil koşula
çevirmesine yardımcı olur. Bu ancak bir perdeyle mümkündür (masah) ve kişi perdesi
vasıtasıyla kendisine yönelik olan arzusunu Yaratan'a yönlendirebilir.
Bencilliğin düzeltilmesi safhasına "Yaratan'ın kanunlarının uygulanması" denir. İnsanın
özellikle arzuları vardır ki bunları kullanarak niyeti değiştirebilsin ve "Yaratan'a
yönlendirebilsin." Bu arzular aslında kişiye ait değildir, ancak bir perde sahibi olduktan
sonra kişiye ait olabilir.
Bu arzular yenidir; manevi doğaları vardır yani Yaratan'ın varlığından mutluluk
duyarlar. Bu arzular perde sahibi olan bir kişi içerisinde bencil olarak büyür. Bu arzulara
"Klipot" (Kabuklar) ya da "kirli arzular" denir. Bu safhaya gelen bir kişi dünyevi arzuları
olan, zenginlik, ün/itibar, güç isteklerini aşmıştır ve manevi zevkler peşindedir.
613 tane kirli arzu vardır. Bunlar insanın içinde doğar ve ıslah etmesi en kolaydan en
zora doğru çeşitleri vardır. Kişi sadece kendi için alma koşuluna (klipa) karşı perde
edinirse, o zaman "Yaratan'a yönelik bir niyet" (Keduşa; kutsallık) edinmiş olur. O
zaman kişinin ıslah olan bir arzusu manevi bir "ışık" alabilir, Yaratan'ı hissedebilir ve
Yaratan'la form eşitliği edinir.
Arzuların ıslahı Yaratan'ın kanunlarını yerine getirmek olarak bilinir. Alınan manevi ışık
Yaratan'ın algılanmasıdır ve aslında bu Tora'ya tekabül eder.
Fiziksel olarak yapılan hareketlerin elbette manevi çalışmada yapılanlardakilerden farklı
olduğunu görüyoruz. Elbette kişinin manen (içinde/ içsel) yaptığı çalışma kişinin
fiziksel (dini) vecibelerini yerine getirmesini iptal etmez. Zira maneviyatı edinmiş bir
kişi hem bu dünyada hem de manevi dünyada aynı anda yaşar ve her iki koşulu kendi
içinde yerine getirebilir.
Dolayısıyla, fiziksel olarak yerine getirilen dini hareketler ve kanunlar manevi dünyada
hiç bir etki yapmaz. Bu yüzden şöyle yazar: "bir emri niyetsiz yapmak, ruhsuz bir
beden gibidir" - manen ölü. Bir emir manevi tekabül yerine getirilmeden yapılırsa,
uygulanmış olarak kabul edilmez. Bir insanın elleri olmayabilir ama hala "manevi
ellerine" tekabül eden manevi emirleri yerine getirebilir, yani manevi arzularını.
Ruhumuza beden tabirini kullanırız, "partzuf". 613 parçadan oluşmaktadır, biyolojik
bedenimizin nitelikleri gibi. Manevi bedenin 613 parçasının her bir tanesi bir arzuya
tekabül eder. Partzuf iki ana bölümden ibarettir yani 2 tür arzu: her hangi bir kısıtlama
olmadan ihsan etme arzularına ve kendi zevki için almaya yönelik olmayıp her hangi
bir sınırlama olmadan kendisi için alma arzularına.
MESİH BİR İNSAN MI YOKSA BİR GÜÇMÜ?
Mesih manevi bir güçtür, kişinin kendi rızasıyla ıslah etmek istediği ve arzuyu
Yaratan'ın ihsansal doğasına eşitleyen bir Işıktır. Bizim dünyamızda tüm manevi güçler
materyal kıyafete bürünürler.
Örneğin Raşbi, Ari, Baal HaSulam vs. ıslah eden Işığı, manevi bir gücü temsil ederler.
Bu bizim dünyamızda bir insan, kabalist, profesör, bir kitap, bir yazar olarak gelebilir.
Dolayısıyla Mesih aşama aşama insanoğlu tarafından kabul edilen bir öğretici olur.
İnsanoğlunun takip etmesinin nedeni çekilen acılardan bir çıkış yolu olmamasından
kaynaklanmaktadır. İnsanlar şimdiki halleriyle Mesih’i bir ışık olarak değil ama insan
olarak hayal etme seviyesindeler. Ama bir Kabalist için Mesih ıslah eden manevi ışıktır
(A"B-SA"G dünyasının yansıması gibi).
SON ISLAH (GİMAR TİKUN)
Kişi ıslahını bitirdiği zaman, son dereceye gelir, tüm ıslahının sonuna - "Gimar Tikun."
Bunu takip eden dereceye "Mesih" denir - yani "kefaret" eden denir (borcunu ödeyen
ve alan kişi). Kişinin bu dereceden aldığı ışık o kadar güçlüdür ki kişinin doğasını ıslah
etmesine yardımcı olur, tabiatıyla doğduğu egoizmini ihsana çevirir ve "taştan kalbi"
"canlı kalbe" çevirir.
Bu aşamada kişi Yaratan'la bütünleşmenin hat safhasına gelir ve buna 7. , 8. , 9. ve
10. bin yıllar denir. Baal HaSulam'ın şöyle yazdığı gibi, bu dereceleri bu dünyada
yaşarken edinenler var.
Zohar da ki "Rav Çiya'nın gördüğü" ile ilgili bir makalede Raşbi'nin vefatından sonra
öğrencisi Rav Çiya neden hocasının son dereceye, Gimar Tikun'a" ulaşamadığını
anlayamamıştır.
Bunun cevabı aynı makalede verilmiştir: kişisel ve genel son ıslah vardır. Erdemliler
kişisel son ıslahlarına ulaşmalarına rağmen, ancak tüm insanoğlu ruhlarını ıslah
ettikten sonra Yaratan'la bütünleşmenin o en yüce derecesi edinilir.
KARANLIKTAN ÇIKMAK
Kişi karanlıkta olduğunu fark edince, ölü bir dünyada, ve telaşla bu durumdan tüm
gücüyle ve arzusuyla çıkmak ister ve yeni bir yerde doğar, manevi bir alemde, tıpkı bir
ceninin rahimde gelişme sürecini tamamladıktan sonra annesinin rahminde
kalamayacağı gibi.
Ancak gebelik (Mısır da ki kölelik hissi yani egoizmin hapsinde olma hissi) erken
doğumla sonuçlanırsa, yani kişi henüz yeterince olgunlaşmamışsa, ihsansal niteliklerle
dünyevi bağımsızlığını edinmemişse, bu kişiye hala doğmuş denir.
Bu durumda, kişi gelişimini egositik güçlerle devam ettirmek zorundadır (Amalek ile
savaş, kişinin içindeki çatışma, Altın İneğe tapmak denilen hal, Sina dağı adı verilen
manevi koşulu hissetmek - Sina kelimesi "nefret" kelimesinden gelir).
Mısır köleliğinden geçmek ve sonunda özgecil gücün etkisi altına gelme ihtiyacı fark
edilir, kişi hala ihsansal nitelikler edinmeye hazır değildir.
Kişiye Yukarıdan manevi ihsansal güç verilmesine rağmen, kişi hala bunu üstlenecek
kapasitede değildir.
BNEI BARUCH’LA TEMASA GEÇMEK İÇİN
Bnei Baruch
1057 Steeles Avenue West, Suite 532
Toronto, ON, M2R 3X1
CANADA
Türkiye’den Bilgi Almak İsteyenler
E-posta: turkish@kabbalah.info
İnternet Sitesi: www.kabbalah.info/turkishkab/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder